(İlk kez bir Fransız sitesinde (link) Nisan 2018’de yayımlanan bu makale, yazarı Malcolm Tiki Shewan’ın izni ile Laurent Barthaux tarafından metnin asıl dili olan Fransızcadan İngilizceye [2018] ve İngilizceye çevirenin izni ile de Ümit Duran tarafından İngilizceden Türkçeye çevrilmiştir [2018]. 1.11.2022 tarihinde imla düzeltileri yapılmıştır.)
Kanso (簡素), "Yalınlık"
Size şu an hayatta olmasına rağmen “büyük usta” tabirini kesinlikle hak eden bir kişinin hikayesini, daha doğrusu ondan aldığım bir dersi anlatarak başlamak isterim. Bu kişi Tenshin Katori Shinto Ryu’dan Otake Risuke Sensei’dir.
1980 yılında Donn Draeger Usta’nın tavsiyesi ile ben ve Pascal Krieger Usta bir Avrupa turnesi düzenledik. Bu turnede Otake Risuke Usta, oğlu Nobutoshi Sensei (Katori Ryu), Draeger Usta (Katori Ryu ve Shinto Muso Ryu), Kaminota Tsunemori Usta (Shinto Muso Ryu ve Muso Shinden Ryu) vardı. Turnenin diğer ülkelerdeki ayaklarını o ülkelerden budo temsilcileri olan Jan Kallenbach (Hollanda), Marshal McDonagh (İsveç) ve Daniel Leclerc (Fransa) düzenledi.
Turnenin amacı çeşitli koryu (geleneksel öğreti), kobudo (geleneksel savaş sanatı) ve shinbudo branşları (modern budo) arasındaki farkları ortaya koyacak gösteriler sergilemekti. Gösterilerin yanı sıra Otake ve Draeger Sensei’lerin kısa dersleri ve yine Draeger Sensei ve Kaminota Sensei tarafından verilen çalışmalar vardı. İsteyen izleyiciler uygulama derslerine katılabiliyordu. Fakat izleyiciler Otake Sensei, oğlu Nobutoshi Sensei ve bir öğrencileri olan Shinozaki Yutaro Sensei tarafından verilen Katori Ryu derslerine katılamıyorlardı. Katılımcıların bu turnenin amacını tam olarak anladığından emin olamasam da bence organizasyonun hakkından başarıyla geldik.
Selamların Anlamları
Turneye Pascal ile İsviçre’de başladık ve ilk derslerden birinin sonunda Otake Sensei (Otake Sensei neredeyse her derse katılıp işlerin yolunda olup olmadığına bakardı) bana dojo adabı ve dersi açıp kapatırken yapılan seremoniden bahsetti. Bu seremoni şu şekilde olur; kişiler ayakta veya seiza durumda yan yana dizilir ve anonstan sorumlu biri "shomen ni rei" (shomene selam), "sensei ni rei" (senseiye selam) ve son olarak "otagai ni rei" (diğer kişilere selam) diye anons verir ve selam verilir.
Otake Risuke, Malcolm Tiki Shewan, Donn Draeger
Selamların Anlamları
Turneye Pascal ile İsviçre’de başladık ve ilk derslerden birinin sonunda Otake Sensei (Otake Sensei neredeyse her derse katılıp işlerin yolunda olup olmadığına bakardı) bana dojo adabı ve dersi açıp kapatırken yapılan seremoniden bahsetti. Bu seremoni şu şekilde olur; kişiler ayakta veya seiza durumda yan yana dizilir ve anonstan sorumlu biri "shomen ni rei" (shomene selam), "sensei ni rei" (senseiye selam) ve son olarak "otagai ni rei" (diğer kişilere selam) diye anons verir ve selam verilir.
Otake Sensei bana her bir selamın ne anlama geldiğini bilip bilmediğimi sordu. Bu öyle bir soruydu ki “Evet” desem sensei sadece “Güzel” deyip gidebilirdi ya da “Hayır” desem biraz daha zaman ve çalışmaya ihtiyaç olduğunu düşünebilirdi. Çekinceyle shomen ni rei'nin varlığımızdan ötürü evrene duyabileceğimiz bir şükranı ifade ettiğini söyledim. Bu cevap o istediğim etkiyi hocamda uyandırmak, yani onu ilginç, havalı cevaplar vermeye yönlendirmek içindi. Ama o her zamanki gibi son derece nazikti ve açıklamalarında bana karşı küçümseyici bir ses tonu ya da “büyük usta!” tavrı hiç yoktu. Her şey oldukça yalındı.
Söyledikleri arasından bir şey gerçekten beni etkiledi. O zaman kadar ben hep sensei ni rei sırasında dersi veren hocaya selam verdiğimizi zannediyordum. Otake Sensei’nin o gün söyledikleri benim selam veriş şeklimi değiştirdi. Sensei ni rei o ân dersi veren hocaya değil, o da dahil, bizden önce sanata, bizim kim olduğumuza, bildiklerimize ve sahip olduklarımıza katkıda bulunmuş tüm kişilere verilmesi gereken bir selammış. Liste uzun! Bu listeye sizi doğurduğu için anne ve babanızı bile ekleyebilirsiniz.
Zaten sensei (先生) kelimesinin kanjisine bakacak olursak "hoca" veya "öğretmen" anlamına gelmediğini hemen anlayabiliriz. Çünkü bu kelimenin tam anlamı “bizden önce/önde olan”dır ve aslında bizim bir şeye ulaşmak için çıktığımız yolda “bizden daha ileride olan, daha ileriye varan” anlamına gelir. Bu yüzden bir budo hocasını, kendi yolunda öğrendiği bazı elementleri bizimle paylaşan biri olarak görebiliriz. O ya bizden daha yaşlıdır ya da öğrenip ustalaşmak istediğimiz sanatta bizden daha tecrübeli. Ama sensei'nin anlamı bence bu bilgi paylaşımı ile sınırlı değildir. Bilgi paylaşma günümüzde kitaplar, filmler, internet ve YouTube sayesinde oldukça kolaydır. Ama bu yetersizdir! Sensei kavramı bence canlı varlıklar arasındaki bir aktarımı, yaşayan bir öğretimi ifade etmeli. Yine de sensei kelimesinin şu an günlük anlamı okullarda kullandığımız gibi “öğretmen” ya da “hoca”dır. Şunu da unutmamak lazım ki bazı öğretmenler gerçekten kendi işinde birer senseidir.
Usta Ne Demektir?
Bu konuya gelmişken hep kullandığımız başka bir kelimeye daha dikkat çekmek isterim; keiko (稽古), yani bizim "idman" olarak anladığımız kelime. Bu kelime de iki kanjiden oluşmuştur ve esas anlamı, “Geçmişte yaptıklarımıza bakmak” şeklindedir. Bu iki kelimeye dikkat edince insan bazı kelimelerin sahip olduğu ve kullandığımız günlük anlamlarının ötesindeki o umulmadık boyutlarını görebiliyor. Bu kelimelerin etimolojilerini ve gerçek anlamlarını incelemek gerçekten heyecan verici. Yukarıdaki kelimeler ile ilgili gözlemler bazı şeylere açıklık getiriyor, iyi de bizim bildiğimiz anlamda bir hoca budo bünyesinde var mıdır? Yıllar önce Tamura Nobuyoshi’nin, o zamanın (1976-77) Ulusal Aikido Birliği’ne bağlı 15 kadar teknik sorumlusuna verdiği bir eğitimde konu tam olarak şuydu; “Usta ne demektir?” Budo için bu sorulduğunda belli oldu ki buna cevap vermek hiç de kolay değildi. Sözlüklerdeki “usta” tanımı budoya uymuyordu:
Bu konuya gelmişken hep kullandığımız başka bir kelimeye daha dikkat çekmek isterim; keiko (稽古), yani bizim "idman" olarak anladığımız kelime. Bu kelime de iki kanjiden oluşmuştur ve esas anlamı, “Geçmişte yaptıklarımıza bakmak” şeklindedir. Bu iki kelimeye dikkat edince insan bazı kelimelerin sahip olduğu ve kullandığımız günlük anlamlarının ötesindeki o umulmadık boyutlarını görebiliyor. Bu kelimelerin etimolojilerini ve gerçek anlamlarını incelemek gerçekten heyecan verici. Yukarıdaki kelimeler ile ilgili gözlemler bazı şeylere açıklık getiriyor, iyi de bizim bildiğimiz anlamda bir hoca budo bünyesinde var mıdır? Yıllar önce Tamura Nobuyoshi’nin, o zamanın (1976-77) Ulusal Aikido Birliği’ne bağlı 15 kadar teknik sorumlusuna verdiği bir eğitimde konu tam olarak şuydu; “Usta ne demektir?” Budo için bu sorulduğunda belli oldu ki buna cevap vermek hiç de kolay değildi. Sözlüklerdeki “usta” tanımı budoya uymuyordu:
- Belli bir derecede bir beceriyi bir bilgiyi edinmiş ve bir eğitmenlik yapabilecek, örnek alınabilecek durumda olan kişi, örn; bir resim ustası (Bu en genel tanımdır. Üstünde düşünülmesi lazım.)
- Emir veren, yapılan işi yönlendiren kişi, usta-köle'deki "usta" (Bizim aradığımız bu değil).
- Referans gösterilebilecek büyük bir sanatçı veya yazar (Alakası yok).
- Geleneklerin veya kurumların dahilinde ustalık derecesine ulaşmış bir zanaatkar için verilen ünvan (Belki, yine de budo için gerekli anlamı tam karşılamıyor).
Ee, nedir o zaman bu “usta”? Bu tanımlar ile pek yol alamadık. Ben o zamanlar bir ustanın, bir sanatın esaslarını öğrencilerine bütüncül bir şekilde aktarabilecek ve sanatın özünün havasını tattırabilecek kadar deneyimlenmiş olan kişi olduğunu düşünüyordum. Bunca yılın ardından bugün bakınca o düşüncemde hâlâ haklı olduğumu görüyorum.
Arikawa Usta doksanlarda Paris’e geldiği zaman verdiği derslerde hep oldukça basit konuları tekrar ederdi; ayakların hareketleri (ashi sabaki), ellerin hareketleri (te sabaki) ve rakibe göre vücudun yönlendirilmesi (tai sabaki). Derslerin sonunda gerçekten aikidonun ne olduğunu gördüğümüzü hissediyorduk. Sanatın ufak örneklerinde (ashi sabaki, te sabaki, tai sabaki vb.), üstün bir sanat görüşünden ve yürüdüğümüz yolun çok ileri kısımlarından ağzımıza bal çalındığını düşünüyordum. Bu hissi Tamura Sensei, Arikawa Sensei, Chiba Sensei, Shirata Sensei, Tada Sensei, Yamada Sensei ve daha birçok “Geçmişin Aikido Ustaları” ile çalışırken güçlü bir şekilde yaşadım. Fark ettiğim başka bir şey de hiçbirinin, öğrettiklerinin kendisine ait olduğunu iddia etmemesiydi. Bu ustaların hepsi kendilerini, onlardan önceki büyük ustalardan, özellikle de O’Sensei Ueshiba’dan gelen bir aktarımın çarkları gibi görüyorlardı ve bu konuda hepsi aynı şeyleri söylüyorlardı. Bence belli bir tecrübeye ulaşmış herkes usta'nın ne demek olduğuna karar verebilir.
Bu da beni Fransa’daki seminerdeki hikayeme geri getiriyor. Bir toplantı sonunda Tamura Usta’ya bir “usta”yı nasıl tanımlayacağını sorduk. Tamura Sensei’nin hayatı boyunca çalıştığı iki önemli ilke yalınlık ve ağırbaşlılık olmuştur. O gün bize verdiği cevap da bu ilkeler doğrultusunda idi. Şöyle dedi: “Bana göre bir usta, benim aradığımı şeylere sahip olan kişidir. Bence o bana aradığım şeyi edinebilmemi sağlayacak ve bana aktarılması gerekenleri aktaracak kişidir.” Tamura Sensei’nin bu dedikleri “usta”nın ünlü biri ya da bir YouTube fenomeni olmasını gerektirmiyor. Sensei iki varlık arasındaki ilişkiyi, aktarımı görmüştü. Bu sözler şu anlama geliyordu:
- Talebe hocayı kabul etmeli.
- Hoca, talebe talep ederken “orada” olmalı.
- Hem talebe, hem hoca uzun bir yolda beraber yürümek için karşılıklı olarak anlaşmış olmalı. Zaten Tamura'nın eserlerinden birinin ismi de İshin-Denshin'dir (“kalpten kalbe” anlamına gelen ve bir nevi telepatiyi ifade eden Japonca deyim [Türkçeye çevirenin notu]).
Böylece budo için uygun bir “usta” tanımı olduğunu görmüş oluyoruz. Lakin bu tanımın da bir ikirciği var; olduğu şeyin ustası ve yaptığı şeyin ustası. Aslında Japoncada bu farkı üzerine kullanılabilecek bir kelime var; shisho. Ama bu nadiren kullanılan bir kelimedir. Belki de bu kelime birinin ender özelliklerini kasteden bir kelimedir.
Böylece budo için uygun bir “usta” tanımı olduğunu görmüş oluyoruz. Lakin bu tanımın da bir ikirciği var; olduğu şeyin ustası ve yaptığı şeyin ustası. Aslında Japoncada bu farkı üzerine kullanılabilecek bir kelime var; shisho. Ama bu nadiren kullanılan bir kelimedir. Belki de bu kelime birinin ender özelliklerini kasteden bir kelimedir.
Sanat yolunda ilerlemenin özgün yanlarından biri, usta ile çalışırken öğrencilerinin, onu anlamak için büyük çaba sarf etmek zorunda olmalarıdır. Genelde açık ve doğrudan bir şey söylenmez. Bu yüzden ustaların sözlerinde çoğu zaman içtenlikle sürekli mânâ aramalıyız. Hoca olduğu seviyeden öğretir, öğrenci de olduğu seviyeden dinler. Hocayı anlamak ya da onun seviyesine tırmanmak için çaba göstermek öğrencinin sorumluluğundadır. Öğrenci kendi içindeki direnci kırmalı, kişisel fikirlerini bir kenara koymalı ve kendisini öğretiye teslim etmelidir. Buna shoshin (başlangıç zihni) denmektedir. Arikawa Sensei öğrencinin bir çocuk gibi (Çocukça değil, çocuk gibi!) olması gerektiğini söylemişti.
Japon kılıç dövme sanatını öğrenmek üzere uzun bir süre için Japonya’ya gittiğim zaman bir şey beni çok şaşırtmıştı. Gittiğim demirhanede, ocağı aydınlatan bir ampulden daha karmaşık bir mekanizmaya sahip hiçbir alet yoktu; ne bir makine, ne bir taşlama tezgahı, ne de kireç. Bir çekiç bile yoktu! Sadece toprak, ateş, su, hava ve çelik vardı. Wakita Ryosui Shisho’dan bir çekiç istediğim zaman açık ve hızlıca şöyle cevapladı: “Çekiç senin için kötü bir şeydir”. Ben de ısrar etmedim. Neden “Çekiç güçlü bir alettir ve çeliğin yapısı üzerinde zararlı bir etkiye bırakabilir” ya da “Ne pahasına olursa olsun geleneğimizi korumalıyız” şeklinde düşündüğünü anlamaya çalışıyordum.
Çeliği cevherden çıkarmayı, saflaştırmayı ve birkaç tanto yapımını inceleyerek geçirdiğim bir yılın sonunda Wakita Usta bana Seki’de (Gifu iline bağlı bir kasaba) kendisinin arkadaşı olan bir demirciyi görmeye gideceğimizi söyledi. Usta bunu söyleyene kadar her gün en az üç saat harcayarak ocak için kömür kesmiş olmamdan bahsetmiyorum tabii size. Böylece gerçek bir demirhanede, gerçek bir kılıç yapımına şahit olacaktım. Bu kişi Gifu Vilayeti’nin Yüksek Değerli Kültürel Mirası olarak ünvan verilmiş önemli bir kanenobu (bir çeşit kılıç yapımcısı) idi. O gün sabırsızlık ve heyecan ile bekledim. 4 saatlik bir araba yolculuğundan sonra oraya vardık. Ben kibar ve sessiz bir biçimde beklerken Wakita Sensei beni bu yaşlı saygıdeğer usta ve oğlu ile tanıştırdı.
Bir ustanın fotoğrafı da bazen yalınlığı ile şaşırtabilir. Bu demirhanenin yalınlığı fotoğraftan bile belli olmaktadır. Wakita Ryosui Usta, 1982
Yaklaşık iki saat süren sohbetten sonra ev sahibi usta bizi içeri, çaya davet etti. Wakita Usta bu saygıdeğer usta ve oğlunun şivesini dikkatle dinliyor ve ona uygun konuşuyordu. Bu konuşma boyunca benim dikkatimi çeken tek şey buydu çünkü iki saattir seiza oturmakta olduğum için diz acımdan başka hiçbir şeyi düşünemiyordum. Çaydan sonra ocağa gitmek üzere ayaklanıldığı zaman ben de hızlıca ayağa kalktım. Evden çıkınca aslında bir demirhane olan ıssız bir binaya girdik. İçeri girdiğim zaman dikkatimi çeken ilk şey bu yaşlı ustanın yanındaki bir çekiçti. Hem de sıradan bir çekiç değil, olabilecek en afilli bir çekiç!
O çekicin bolca kullanıldığı bir saatlik bir demir dövümünden sonra eve geri dönüp ustanın yaptığı kılıçlara bakma zevkini yaşadık. Kuzeye, Wakita Usta ile kaldığım yere geri dönünce de dayanamayıp sorumu sordum: “Usta, sanırım bana çekicin kötü bir şey olduğunu söylemiştiniz?” Bana şaşırarak baktı ve şunu söyledi: “'Sana çekiç kötüdür' demedim. Sana ‘çekiç SENİN İÇİN kötüdür' dedim.”
Basit cevap bu. Ben elimle ve basit yöntemlerle kendimi geliştirmedikten sonra, benim geleneksel bir kılıç üretmeyi öğrenmemi engelleyecek herhangi bir makine ya da başka yol kullanmam söz konusu bile değildi. Asıl olan, sadece eldeki imkanlar ile, daha önce yapılmış olan şeyler gibi şeyleri yapabiliyor olmak. İşte böyle, ustamdan bir ders, anlamam bir yılımı aldı.
Size Pascal Krieger Usta’nın bir kaligrafisi ile veda ediyorum; Keiko shokon (稽古照今). (Geçmişte yapılanlardan feyz almaya çalışın.)
çeviren: Ümit DURAN
Orijinal makale için tıklayınız.
İngilizce çeviri için tıklayınız.
Kaynak gösterildiği taktirde bu çeviriyi alıntılayabilirsiniz.
Malcolm Tiki Shewan Kimdir?
Avrupa İaido Federasyonu’nun teknik sorumlusu ve 7. dan aikido ustasıdır. 6 yaşında eskrim çalışmaya başlamış, ardından bir süre judo yapmıştır. Judoyu takiben bir süre Muso Shinden Ryu ve Muso Jikiden Eishin Ryu stillerinde iaido çalışmıştır. 18 yaşında iken Nobuyoshi Tamura Sensei ile aikidoya başlamıştır. Yoğun bir şekilde aikido çalışmakla beraber Tenshinsho Jigen Ryu kenjutsu ve Shinto Muso Ryu jodo sanatlarında da ilerlemiştir.Japon kılıç yapımcılarının Koto Dönemi‘nin (16. yy) muhteşem kılıçlarını üretmekte kullandıkları antik yöntemleri öğrenmek için 15 ay Japonya’da kaldı. Ayrıca bu esnada Japonya’da kılıç bakımı, tsuba yapma yöntemleri, kın yapım teknikleri ve ahşap silah yapımı (bokken, jo vb.), seramik ve marangozluk gibi başka zanaatlarla ilgilenmiştir. Japon kılıcı hakkında birçok kitap yazmıştır.
Teşekkür ederim bu çeviri için. Oğuz
YanıtlaSil